16 Ağustos 2012 Perşembe

6- NE ARWEN, NE LEGOLAS... TEK GERÇEK TINKERBELL...





Bir şeyler hakkında yazmak enteresan bir konu. Konu belli, kelimelerim net olsa da bazen bir araya gelmedi mi gelmiyormuş onu anladım ve ilham denen bir şeyin gerçek olduğuna da inandım. Yazı yazmak bir mod işi… Ve açıkçası gerek gün  içindeki iş stresim, gerek akşamları yorgun uyuyakalışımdan mı nedir bilmem yazmak gelmedi içimden. Ama sonra fark ettim ki, güzel yerde kalmışım ve dedim hemen devam edeyim. 

MELEK MEDİTASYONU

Yine alfadayım. Bir önceki meditasyonun motivasyonsuzluğundan olsa gerek bu sefer zor indim alfa moduna. Güç bela girdiğim bu çakır keyif hissi seviyorum.

“Bir kumsalda hayal edin kendinizi. Denizin tam kıyısında… Ayak parmaklarınızın suya değdiğini hissedin. Ufuk çizgisine bakın. Tam denizle gökyüzünün birleştiği noktaya... Uzun uzun bakın bir şey düşünmeden. “

Ne enteresan bir durum. Bir anda söylenen her şeyin içinde oluyorsun. O suyun ayaklarına değdiğini gerçekten hissediyorsun. Hani hava çok sıcaktır ve saatlerce güneşlenmişsindir. Sonra o sıcaklık hissiyle denize koşarsın ve parmakların suya değdiğini anda bir anda ürperirsin ya… İşte o ürpertiyi bile hissediyorsun. Bence bu dış mekan hayallerde saatin çok önemi var. Hoca söylemiyor günün şu saati diye…  İşte o an sen kafanda yaratıyorsun saati. Ve işin içine ufuk çizgisi girecekse, bence gün batımı saati olmalı. Kızıl bir gökyüzü olmalı. Hafif meltem esmeli hatta. Tam gün batımı rakı balık tadında olmalı. İzmir’de olunca rakı balık önemli oluyor insan hayatında… Her türlü betimlerde kullanırsın rakıyı balıkla beraber…  Neyse işte o kızıl gökyüzünün  denizle fingirdeştiği yere uzun uzun baktım bende, ama bir şey düşünmeden duramaz ki insan. Bir anda Foça geldi aklıma. İngiliz burnunu bilir tüm Foçalılar… İşte tam orada buldum kendimi… “Keşke şimdi orada olsam” diye düşünürken,

“Ufuk çizgisinde parlak bir ışık göreceksiniz. İşte hep yanınızda olan meleğinizle karşı karşıya gelme vakti. Yanınıza çağırın. Onu tanıyın” dedi hoca.

Şimdi sanmıyorum ki kimse ömrü hayatında melek görmüş olsun. Yine burada hayal gücünüz, birkaç evinizde olan biblo ve Google da karşınıza çıkan birkaç melek resmi, bazı melek  figürlerinden esinlenmeniz gerekecek.

Melek denildi mi akla kocaman kanatları, rapunzeli andıran uzun saçları, mükemmel fiziği olan kanatlı dişiler gelir. Bunların erkekleri  de olsa, genelde azınlıktır ve tahmin edersiniz ki ilk akla gelen olmazlar. Benim için melek bir nevi elf gibi bir şey. Erkeği Legolas gibi, dişisi Arwen gibi… Yüzüklerin efendisini izleyenler ne demek istediğimi iyi bilir. İşte bu iki muhterem insana kanat takarsan melek olur misali… Ama açıkçası bir dönem Kuran (Türkçe) okumuş biri olarak, bir cinsiyetleri olmadığını biliyorum ya da ona inanıyorum. Uzun uzun o parlak ışığa baktıktan sonra yanıma gelmesini istiyorum. Merak ediyorum Arwen mi gelecek, Legolas mı?

Yavaş yavaş o parlak ışığın bana doğru yaklaştığını gördüm. Değişik yörüngeler çizerek geliyor. Biraz heyecan, biraz korku, biraz merak, biraz biraz değişik duygulardan ortaya karışık yaptırdım. Geliyor, geliyor,  geliyor, kalbim duracak gibi atıyor, atıyor, atıyor. Ve işte tam karşımda… Ne Arwen’e benziyor, ne Legolas’a… Şu an karşımda olan şey tam olarak TINKERBELL.

TINKERBELL, Peter Pan’in meleği, perisi, her şeyi… Bırakmış onu ve kayıp çocukları bana gelmiş. Üzerinde bu sefer yeşil yapraktan bir giysi yok. Yani nasıl anlatayım, Işıktan bir şeyler var. Minnacık bir şey. Öyle kaşını gözünü hatırlamıyorum. Tek aklımda kalan kanatları, parlak bir ışık, uçarken arkasında bıraktığı peri tozundan izler… Ve bu kadar az şey anlatabilmeme rağmen güzelliği kelimelerle anlatılmaz. Etrafımda dönmeye başladı. Her yanım ışıl ışıl... Öyle ki havalanıp uçmam an meselesi gibi hissettim. Bu arada bu meditasyonu yaparken baştan sona hissettiğim tek şey hipofiz bezimin yeriydi. Uyuşukluk, karıncalanma, bir ağırlık yani bilemiyorum ama işte tam o bezin olduğu yerde bir şeyler oldu hep. Bazen daha şiddetli hissettim bazen daha az ama orada bir kıpırdanma oldu hep. Bak bu hipofiz bezini yaz bir kenara inan önemli bir şey sonra ihtiyacın olacak.

“Şimdi meleğinizden isteyin, kalbinizde olanı” dedi

A ha inanamıyorum. Sonunda emelime ulaşacağım. Baştan beri gelme amacım buydu. Kalbimdekini gerçekleştirmek… Aklımdakiler oluyordu şimdi sıra kalbimdekilerde… Bir an bocaladım, toparlayamadım, ne isteyeceğimi bilemedim. Sora tek tek başladım sıralamaya. Dedim Eby yavaş gel kızım. Melek de olsa yüklenme. Sonra bir an gerçekten neyi en çok istediğimi düşündüm ve başladım kendisine anlatmaya.

“Şimdi kalbinizdeki dileği, meleğinizin uzattığı ışıktan küreye koyun” dedi.  Baktım meleğim bana bir küre uzatıyor. Aldım küreyi kalbimin hizasında tuttum , kapattım gözlerimi. Düşündüğüm küreye nasıl koyulur diye. Hoca da bir şey söylemedi. Ben hayalimde açtım küreyi tam ortadan. Sonra kalbime doğru tuttum. Kalbimden şelale gibi peri tozu kıvamında bir şeyler akıttım içine. Sonra kapattım sıkıca. İki elimin arasında tuttum ve gözlerimi açtım. Karşımda meleğim, elimde dileğim…

“ Şimdi elinizdeki küreyi meleğinize uzatın. Meleğiniz küreyi başınızın tam üstünden, beyninizin içine doğru yavaşça bırakacak. Meleğiniz bunu yaparken sizin dua etmenizi istiyorum. “ dedi hoca.

Ben Tinkerbell’e küreyi uzattım. Küre dediğimde öyle camdan falan sihirli bir şey değil. Sanki peri tozları bir araya gelmiş küre şeklini almış gibi.  Neyse Tinkerbell elimden aldı küreyi ve başımın üstünde uçmaya başladı.  Sonra tam üstünde durdu.

“Kalbimden geçen dileğim şimdi beynimde. Benim ve bütünün yüksek hayrına olsun hemen, şimdi” dedi hocam ve “Siz bu duayı ederken , meleğiniz istediğinizi yerine getirecek”

Duamı ederken, beynimde korkunç titreşimler hissettim. Sanki beynime bir şey yüklüyorlar. Gözümle gördüğüm manzaranın ise tarifi yok. Tepemden aşağı ışıl ışıl bir şeyler dökülüyor. Ayaklarım yere basmıyor. Huzurun doruklarındayım. Nirvana’ya ulaştığımı hissediyorum. Öyle bir his ki, sanki uyandığımda hayalimin gerçekleştiğini göreceğim.

Bir süre hocadan hiç ses çıkmadı. Bende hiç onun güzel sesini duymak istemedim. Ama her zaman ki gibi en güzel yerinde “ Meleğinize teşekkür edin ve onun görüntüsü ile vedalaşın ama sakın gidişine üzülmeyin, bilin ki hep yanınızda” dedi

Vedalaşmadım ben. Hiç sevmem vedaları. Bir önceki meditasyonda da zorlanmıştım zaten. Geldiği gibi gitmesini istedim. Bir anda İngiliz burnunda olduğumu ayak parmaklarımın suda olduğunu fark ettim. Meleğim yörüngeler çizerek ufuk çizgisine doğru giderken, yüzümde bir gülümsemeyle izledim onu. Hiç konuşmadım onunla. Ufuk çizgisinde yine parlak bir ışık olarak durdu bir süre sonra küçüldü küçüldü küçüldü… Be gözden kayboldu. Geriye kalan peri tozlarının kaybolmasını bekledim. Artık ışık yoktu. Sadece kızıldan koyu laciverte dönmekte olan gökyüzü kaldı geriye.

“Derin bir nefes ve hazır olduğunuzda gözlerinizi açabilirsiniz”

Uuuuffffffff !!! Ve gözlerim açıldı.

Yine hocamızla deneyimimizi paylaştık. “Fiziki olarak ne hissediyorsunuz” dedi.

İlk ben cevap vermek istedim. “En başından beri bu meditasyonu yaparken alnımın oralarda bir yerlerde bir şeyler hissettim. Ve hala hissediyorum” dedim.

İşte arkadaşlar hipofiz bezi ile tanışmam ve ne derece önemli olduğunu anlamam bu sayede olmuştur. Şu an bunları yazarken de aynı yerde aynı his var. Ve bu doğru yaptığımın ispatıdır ben buna inanıyorum.

O günden beri  Tinkerbell’e inanıyorum. Ve hep yanımda olduğumu biliyorum. Bazen konuşuyorum onunla, dileklerimi gerçekleştirmekten vakit buldukça…

Ve ben hep aynı duayı ediyorum her dileğimde

“BENİM VE BÜTÜNÜN YÜKSEK HAYRINA… OLSUN, HEMEN, ŞİMDİ…” 

Son meditasyonumuz

DİLEK (5 DUYU) MEDİTASYONU…



Coming Soon.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder