Bir şeyler hakkında yazmak enteresan bir konu. Konu belli,
kelimelerim net olsa da bazen bir araya gelmedi mi gelmiyormuş onu anladım ve
ilham denen bir şeyin gerçek olduğuna da inandım. Yazı yazmak bir mod işi… Ve
açıkçası gerek gün içindeki iş stresim,
gerek akşamları yorgun uyuyakalışımdan mı nedir bilmem yazmak gelmedi içimden.
Ama sonra fark ettim ki, güzel yerde kalmışım ve dedim hemen devam edeyim.
MELEK MEDİTASYONU
Yine alfadayım. Bir önceki meditasyonun motivasyonsuzluğundan
olsa gerek bu sefer zor indim alfa moduna. Güç bela girdiğim bu çakır keyif hissi
seviyorum.
“Bir kumsalda hayal edin kendinizi. Denizin tam kıyısında…
Ayak parmaklarınızın suya değdiğini hissedin. Ufuk çizgisine bakın. Tam denizle
gökyüzünün birleştiği noktaya... Uzun uzun bakın bir şey düşünmeden. “
Ne enteresan bir durum. Bir anda söylenen her şeyin içinde
oluyorsun. O suyun ayaklarına değdiğini gerçekten hissediyorsun. Hani hava çok
sıcaktır ve saatlerce güneşlenmişsindir. Sonra o sıcaklık hissiyle denize
koşarsın ve parmakların suya değdiğini anda bir anda ürperirsin ya… İşte o
ürpertiyi bile hissediyorsun. Bence bu dış mekan hayallerde saatin çok önemi
var. Hoca söylemiyor günün şu saati diye…
İşte o an sen kafanda yaratıyorsun saati. Ve işin içine ufuk çizgisi
girecekse, bence gün batımı saati olmalı. Kızıl bir gökyüzü olmalı. Hafif
meltem esmeli hatta. Tam gün batımı rakı balık tadında olmalı. İzmir’de olunca
rakı balık önemli oluyor insan hayatında… Her türlü betimlerde kullanırsın
rakıyı balıkla beraber… Neyse işte o
kızıl gökyüzünün denizle fingirdeştiği
yere uzun uzun baktım bende, ama bir şey düşünmeden duramaz ki insan. Bir anda
Foça geldi aklıma. İngiliz burnunu bilir tüm Foçalılar… İşte tam orada buldum
kendimi… “Keşke şimdi orada olsam” diye düşünürken,
“Ufuk çizgisinde parlak bir ışık göreceksiniz. İşte hep
yanınızda olan meleğinizle karşı karşıya gelme vakti. Yanınıza çağırın. Onu
tanıyın” dedi hoca.
Şimdi sanmıyorum ki kimse ömrü hayatında melek görmüş olsun.
Yine burada hayal gücünüz, birkaç evinizde olan biblo ve Google da karşınıza
çıkan birkaç melek resmi, bazı melek figürlerinden esinlenmeniz gerekecek.
Melek denildi mi akla kocaman kanatları, rapunzeli andıran
uzun saçları, mükemmel fiziği olan kanatlı dişiler gelir. Bunların
erkekleri de olsa, genelde azınlıktır ve
tahmin edersiniz ki ilk akla gelen olmazlar. Benim için melek bir nevi elf gibi
bir şey. Erkeği Legolas gibi, dişisi Arwen gibi… Yüzüklerin efendisini
izleyenler ne demek istediğimi iyi bilir. İşte bu iki muhterem insana kanat
takarsan melek olur misali… Ama açıkçası bir dönem Kuran (Türkçe) okumuş biri
olarak, bir cinsiyetleri olmadığını biliyorum ya da ona inanıyorum. Uzun uzun o
parlak ışığa baktıktan sonra yanıma gelmesini istiyorum. Merak ediyorum Arwen
mi gelecek, Legolas mı?
Yavaş yavaş o parlak ışığın bana doğru yaklaştığını gördüm.
Değişik yörüngeler çizerek geliyor. Biraz heyecan, biraz korku, biraz merak,
biraz biraz değişik duygulardan ortaya karışık yaptırdım. Geliyor, geliyor, geliyor, kalbim duracak gibi atıyor, atıyor,
atıyor. Ve işte tam karşımda… Ne Arwen’e benziyor, ne Legolas’a… Şu an karşımda
olan şey tam olarak TINKERBELL.
TINKERBELL, Peter Pan’in meleği, perisi, her şeyi… Bırakmış
onu ve kayıp çocukları bana gelmiş. Üzerinde bu sefer yeşil yapraktan bir giysi
yok. Yani nasıl anlatayım, Işıktan bir şeyler var. Minnacık bir şey. Öyle
kaşını gözünü hatırlamıyorum. Tek aklımda kalan kanatları, parlak bir ışık,
uçarken arkasında bıraktığı peri tozundan izler… Ve bu kadar az şey
anlatabilmeme rağmen güzelliği kelimelerle anlatılmaz. Etrafımda dönmeye
başladı. Her yanım ışıl ışıl... Öyle ki havalanıp uçmam an meselesi gibi
hissettim. Bu arada bu meditasyonu yaparken baştan sona hissettiğim tek şey
hipofiz bezimin yeriydi. Uyuşukluk, karıncalanma, bir ağırlık yani bilemiyorum
ama işte tam o bezin olduğu yerde bir şeyler oldu hep. Bazen daha şiddetli
hissettim bazen daha az ama orada bir kıpırdanma oldu hep. Bak bu hipofiz
bezini yaz bir kenara inan önemli bir şey sonra ihtiyacın olacak.
“Şimdi meleğinizden isteyin, kalbinizde olanı” dedi
A ha inanamıyorum. Sonunda emelime ulaşacağım. Baştan beri
gelme amacım buydu. Kalbimdekini gerçekleştirmek… Aklımdakiler oluyordu şimdi
sıra kalbimdekilerde… Bir an bocaladım, toparlayamadım, ne isteyeceğimi
bilemedim. Sora tek tek başladım sıralamaya. Dedim Eby yavaş gel kızım. Melek
de olsa yüklenme. Sonra bir an gerçekten neyi en çok istediğimi düşündüm ve
başladım kendisine anlatmaya.
“Şimdi kalbinizdeki dileği, meleğinizin uzattığı ışıktan
küreye koyun” dedi. Baktım meleğim bana
bir küre uzatıyor. Aldım küreyi kalbimin hizasında tuttum , kapattım gözlerimi.
Düşündüğüm küreye nasıl koyulur diye. Hoca da bir şey söylemedi. Ben hayalimde
açtım küreyi tam ortadan. Sonra kalbime doğru tuttum. Kalbimden şelale gibi
peri tozu kıvamında bir şeyler akıttım içine. Sonra kapattım sıkıca. İki elimin
arasında tuttum ve gözlerimi açtım. Karşımda meleğim, elimde dileğim…
“ Şimdi elinizdeki küreyi meleğinize uzatın. Meleğiniz küreyi
başınızın tam üstünden, beyninizin içine doğru yavaşça bırakacak. Meleğiniz
bunu yaparken sizin dua etmenizi istiyorum. “ dedi hoca.
Ben Tinkerbell’e küreyi uzattım. Küre dediğimde öyle camdan
falan sihirli bir şey değil. Sanki peri tozları bir araya gelmiş küre şeklini
almış gibi. Neyse Tinkerbell elimden
aldı küreyi ve başımın üstünde uçmaya başladı. Sonra tam üstünde durdu.
“Kalbimden geçen dileğim şimdi beynimde. Benim ve bütünün yüksek
hayrına olsun hemen, şimdi” dedi hocam ve “Siz bu duayı ederken , meleğiniz
istediğinizi yerine getirecek”
Duamı ederken, beynimde korkunç titreşimler hissettim. Sanki
beynime bir şey yüklüyorlar. Gözümle gördüğüm manzaranın ise tarifi yok.
Tepemden aşağı ışıl ışıl bir şeyler dökülüyor. Ayaklarım yere basmıyor. Huzurun
doruklarındayım. Nirvana’ya ulaştığımı hissediyorum. Öyle bir his ki, sanki
uyandığımda hayalimin gerçekleştiğini göreceğim.
Bir süre hocadan hiç ses çıkmadı. Bende hiç onun güzel
sesini duymak istemedim. Ama her zaman ki gibi en güzel yerinde “ Meleğinize
teşekkür edin ve onun görüntüsü ile vedalaşın ama sakın gidişine üzülmeyin,
bilin ki hep yanınızda” dedi
Vedalaşmadım ben. Hiç sevmem vedaları. Bir önceki meditasyonda
da zorlanmıştım zaten. Geldiği gibi gitmesini istedim. Bir anda İngiliz burnunda
olduğumu ayak parmaklarımın suda olduğunu fark ettim. Meleğim yörüngeler çizerek
ufuk çizgisine doğru giderken, yüzümde bir gülümsemeyle izledim onu. Hiç
konuşmadım onunla. Ufuk çizgisinde yine parlak bir ışık olarak durdu bir süre
sonra küçüldü küçüldü küçüldü… Be gözden kayboldu. Geriye kalan peri tozlarının
kaybolmasını bekledim. Artık ışık yoktu. Sadece kızıldan koyu laciverte
dönmekte olan gökyüzü kaldı geriye.
“Derin bir nefes ve hazır olduğunuzda gözlerinizi
açabilirsiniz”
Uuuuffffffff !!! Ve gözlerim açıldı.
Yine hocamızla deneyimimizi paylaştık. “Fiziki olarak ne
hissediyorsunuz” dedi.
İlk ben cevap vermek istedim. “En başından beri bu
meditasyonu yaparken alnımın oralarda bir yerlerde bir şeyler hissettim. Ve
hala hissediyorum” dedim.
İşte arkadaşlar hipofiz bezi ile tanışmam ve ne derece
önemli olduğunu anlamam bu sayede olmuştur. Şu an bunları yazarken de aynı
yerde aynı his var. Ve bu doğru yaptığımın ispatıdır ben buna inanıyorum.
O günden beri
Tinkerbell’e inanıyorum. Ve hep yanımda olduğumu biliyorum. Bazen
konuşuyorum onunla, dileklerimi gerçekleştirmekten vakit buldukça…
Ve ben hep aynı duayı ediyorum her dileğimde
“BENİM VE BÜTÜNÜN YÜKSEK HAYRINA… OLSUN, HEMEN, ŞİMDİ…”
Son meditasyonumuz
DİLEK (5 DUYU) MEDİTASYONU…
Coming Soon.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder