12 Ağustos 2012 Pazar

5- GÜLLERİN İÇİNDEN CANIM, KOŞARAK KOŞARAK GEL BANA GEEEEEEEL ...




GÜL MEDİTASYONU…

Bu meditasyon daha çok aşk meşk üzerine yapılan bir meditasyon. Google da yaz gül meditasyonu diye,  göreceksin.  Hayalindeki erkek/kadın  üzerine kurgulanmış bir meditasyon türü. Ama bizim yaptığımız gül meditasyonunun, aşk meşk dedikodu ile hiç alakası yok. Format aynı da konular farklı. Bizim hoca da feminist olmalı… Hiç love story yaşatmıyor bize. Neyse ki aynada çözdüm ben olayı… Kocayı da çocukları sığdırdım oraya. Yoksa hiç hayalini kurdurtmayacak.

Bu arada bu beş duyu olaylarına ne zaman gireriz diye sabırsızlanıyorum.  Hala ses seda yok…

Uf Uf Ufffffff, Uf Uf Ufffffff, Uf Uf Ufffffff, ve yine alfadayım.

Artık on beş kere nefes alıp vermeme gerek yok, üstadı oldum bu işin, sekiz dokuz alfadayım. Hala giremeyen arkadaşların nefeslerini duyuyorum. Amma uzun sürüyormuş yahu. Kabiliyetsizler diye düşünüp bir güzel de aşağılayacak kadar üstün görüyorum kendimi. Yavaş yavaş sessizlik hakim oldu, sanırım başlamaya hazırız.

“Bir gül hayal edin sevdiğiniz renkte, gonca gül seviyorsanız gonca olsun, kocaman gül isterseniz öyle hayal edin, Tek bir gül olsun sadece ve tutun ellerinizde” dedi güzel sesli hocam.

Buyur buradan yak. Gül derken ben sırıtmak gibi bir şey anlamıştım. Ben gül sevmem ki… Alerjim var benim. Düşünürken bile hapşırabilirim. Üff resmen kokusu geldi burnuma. Değil tutmak yaklaştırmam on metre yakınıma. Neyse alfa bana bir kıyak yapar herhalde, şu koku olayını çözersek sorun yok. Bir de ne renk tutsam acaba. Tek bildiğim kırmızı gül olmaz nefret ediyorum, sarı ayrılık derler, mavi gül tutsam o da çok varoş geliyor bana en az kırmızı gül kadar… Pembe gül desem fazla romantik bana gitmez.  En temizi, en güzeli beyaz gül… Gülden yana seçme şansım varsa kesinlikle beyaz olmalı. Bu arada pıt diye avcumun içinde bir gonca gül beliriverdi. Öyle sapı falan yok minnacık bir şey.  Aman ne güzel dedim süpersin alfa sevdim seni. İyi hoş tuttum evirdim çevirdim koklamaya çalıştım sonra sıkıldım. Ne yapacaksam bu gülü kaldı elimde…

“Şimdi gülü olduğunuz yere bırakın ve yavaş yavaş büyütün. Öyle büyük olsun ki içine girecek kadar kocaman olsun. Sonra gülün içine girin yaprakları arasında dolaşın. Dokunun, hissedin, koklayın. Biraz tek başınıza zaman geçirin”

Hoppalaaaa. Şu ana kadar hapşırmayan ben, kesin arka arkaya kriz geçireceğim. Değil herkes,  alfa bile kendi modundan çıkacak hatta bir daha beni içine almayacak. Neyse dedim hayal bu yahu ona göre ayarla kendini… Bir sağ ayak, dedim bismillah, girdim içeri. Ay nasıl beyaz nasıl temiz, nasıl aydınlık anlatamam. Güneş gözlüğü ile dolaşsam yeridir. Dolandım durdum, gezdim tozdum, ince ince kokladım. Epey büyükmüş içi ama her yer birbirine benziyor anlamıyorum neredeyim. Gitmediğim yer kaldı mı, aynı yerden beş kere mi geçtim bilemiyorum.

“Şimdi hayatınız boyunca sizi gerçekten kıran, üzen, sinirlendiren, canınızı yakan kim varsa çağırmaya başlayacağız. Ölmüş olabilir, küs olabilirsiniz veya sürekli yüz yüze baktığınız birileri olabilir. Onları gülün içine alacaksınız tek tek ve bugüne kadar söylemek isteyip de söyleyemediğiniz ne varsa her şeyi söyleyeceksiniz. İlk kişiyi çağırın”

Şimdi kesin herkesin aklına eski koca, eski sevgili, kazık atan arkadaşlar, dost sanılan düşmanlar gelir. Bende bekliyorum bu kadrodan bir arkadaş gelsin. Hayır yani ciddi küfür edecek falan birileri var. Gelsin de şöyle bir ağız dolusu “Allah belanı versin” deyip basayım kalayı…  Bakıyorum  kim geliyor diye… Ve gülün yaprakları arasında beliriverir mühim kişi. Ben şoktayım. Yok canım sen nereden çıktın, ne işin var burada sen git şimdi yeri değil, başkası gelecek diyorum içimden. Yok gitmiyor, geldi karşıma dikildi.

Benim canımdan çok sevdiğim, uğruna herkesi feda edebileceğim, koskoca ailem bir yana, sen bir yana dediğim, onsuz nefes bile alamayacağımı bildiğim, beni bir gün olsa aramasa merakımdan öldüğüm, bana birazcık kızsa,  küsmesinden korktuğum, ne zaman aynı evde kalsak, o olmadan uyuyamadığım, onsuz bir dünyada yaşamayacağım ve bir gün ölse ardından benim de canımı alsınlar diye yalvaracağım kişi…

Çok sevgili Anneannem…

Tam karşımda ve bana bakıyor dikmiş gözlerini. Söyleyeceklerimi dinlemek üzere gelmiş. Ne söyleyeceğim ki… Hocanın tarif ettiği kişi değil. Kaldı ki hocanın saydığı özelliklerde bir sürü isim geçmişti aklımdan. Neden sen geldin anlamıyorum. Sana hiç kızmadım ki…

Öyle bakarken suratıma başladım konuşmaya… “Sen neden geldin anlamıyorum anneanne? Sen benim canımı acıtmadın ki… Sana kızgın da değilim. Sen mi kızdın. Gerçekten anlamıyorum.  Senin mi bana söyleyeceklerin var, tamam olur sen başla, belli ki kırmışım üzmüşüm seni. Hay Allah ya ne yaptıysam bak bilmeden yaptım, gerçekten özür dilerim. “ diye başladım konuşmaya. Sonra dedim bu kadın boşuna gelmedi içten içe kızgın olabilir miyim diye… Sonra bir iki bir şey bulup başladım ben anlatmaya, madem geldi dur boşuna gelmiş olmasın diye.

“Anneanne, düşünüyorum sana kızgın olabilir miyim diye? Ama bana kazık atmışlığın yok açıkçası. Sadece bazen düşünüyorum. Beni öyle sahiplendin ki sen… Ufacık tefecik zamanımdan beri annem kadar sahiplendin. Dört torunun içinde hep bir ayrı tuttun beni. Bu da beni çok mutlu etti. Yanımda olduğun zamanlarda etrafımda dört döndün. Her şeyime sen koşturdun. Koca kazık oldum yine de yemeğimi sen yedirdin, ütümü sen yaptın, ne zaman istesem akşam bara bile sen götürdün beni. Rakımı bile seninle içtim. İlk, sigara içtiğimi sen bildin. En büyük sırlarımı sen sakladın. Sırf beni mutlu edebilmek için ailemin yasak dediği şeyleri bile gizli gizli seninle yapabildim. Nereye baksam seni gördüm. Kolum kanadım, elim ayağım, kalbim beynim oldun. Hayata hazırlamamış olabilirsin belki beni. Hatta evet hiç hazırlamadın. Eby sensiz bir hiç olmuştu. Foça’da yaşamaya karar verdiğinde önceleri şaka gibi gelmişti. Ailem de oradaydı.  Ama gözlerinde bana olan sevgin kadar gitmek istediğini gördüm ve çok olgun bir kız gibi davrandım ve bu kararını destekledim. Hatta ara sıra gelmek istediğinde de artık gelmemen gerektiğine inandığım için istemedim seni. Yapabilirim dedim. Yalan söyledim. Gittiğin günden beri her gece ağladım. Çünkü ben sen olmadan uyuyamazdım. Çok uykusuz geceler geçirdim senin yüzünden. Yemek yemedim günlerce. Sensiz bir yere gidemedim. Yaşadığım güzel şeyleri ya da kötü şeyleri de paylaşamadım. O evde küçücük aciz bir kız çocuğu bıraktın, bakamadım kendime. Ergen de olsam bazı gerçeklerle yüzleşmek için küçüktüm. Bu yalnızlığı omuzlamak için de küçüktüm. Kendime bakamayacak kadar küçüktüm, çünkü sen hiç büyümeme izin vermedin. Bak şimdi yaşadığım hayata. Dağ gibi güçlü dimdik yıkılmaz duruyorum. Bir kız çocuğu değilim artık. Ben kendimi büyüttüm ama bak kocaman yaralarım var artık. Sensiz yaşamaya da alıştım. Yemek yapmasan da karnım doyuyor. Sırlarımı paylaşacağım arkadaşlarım var. Sen Foça’da kal. Beni düşünme. Arada sırada ara yeter. Bu arada yastıklardan sen yaptım bir tane. Artık sarıldım mı uyuyabiliyorum.  Biraz hasar bıraktın ama yine de burada sen olmamalıydın”

“Şimdi karşınızdaki kişi ile aranızda görünmez kordonlar olduğunu düşünün. Sizi birbirinize bağlayan kordonlar… Kalbinizden, kollarınızdan, karnınızdan, kafanızdan, bacağınızdan her yerde bu görünmez kordonlardan var. Şimdi elinize keskin bir şey alın ve bir hamlede kesin o kordonları, koparın bağları… Seni her şeye rağmen affediyorum. Artık bana zarar veremeyeceğini biliyorum. Şimdi aramızdaki tüm bağı koparıyorum. Şimdi git ve ben istemedikçe geri dönme” Bu sözleri vedalaşırken söyleyin ve kordonları kesin. Daha sonra varsa diğer kişiyi çağırabilirsiniz.

“Anneanne, bana isteyerek zarar vermedin. Seni öyle çok seviyorum ki… Affedilecek bir durumumuz yok. Neden geldiğini de anlamış değilim. Seni seviyorum ve sana bağımlı olmak istemiyorum. Bu yüzden bu kordonları seve seve kesip, kendimi yep yeni bir hayata hazırlamak istiyorum. Hazırsan kesiyorum bağlarımızı…” Elimde Hattori Hanzo kılıcı gibi bir kılıç… Hattori Hanzo kılıcı KILL BILL izleyenler bilir, filme konu olmuş, mermiyi bile ikiye bölen öyle acayip keskin, çok şık ve çok kıymetli bir kılıç. Neyse işte Hattori Hanzo kılıcını bir savuruyorum. Ne kordon kalıyor ne bağ. “ Şimdi git anneannem ve ne zaman istersen gel” diyorum ve ilk kişiyle vedalaşıyorum.

Arkadan iki kişiyi daha çağırıyorum. Onlar kafamda belli zaten. Aynı düşündüğüm gibi “Allah belanı versin” diyerek başlıyorum. Küfrün bini bin para… Ne kelimeler, ne cümleler kuruyorum ama inanamazsın yani. Akla hayale gelmeyecek türden cümleler. Kordonu kesiyorum bağı yırtıyorum. Yetmiyor kelleyi alıyorum. Off Kill Bill’in en vahşet sahnesi gibi ortalık. Öyle veda konuşması, affetmeler falan hak getire baya diyorum ki canın cehenneme defol git, geri gelme…” 

Ama bu gül meditasyonu bana göre değilmiş, başından anladım alerjim var çünkü…  Yani amacı neydi anlamadım açıkçası. Affetme mi, unutmama mı, kabullenme mi, nedir yani olayı çözemedim. Ne doğru insan geldi, ne ben birilerini affettim, ne de uğurlar olsun buyur kapı dedim. Aksine kan gövdeyi götürdü en hayalisinden. Amacına uyduramadım ben ya…

“Son olarak küçüklüğünüzü çağırıyoruz. Sizin 5-6 yaşlarınızdaki halinizi çağırın. Onunla koşun , oynayın gezin, konuşun, sarılın, o güne dair özlediğiniz ne varsa gerçekleştirin”.

Şimdi benim küçüklüğüm diye söylemiyorum ama çok güzel çocuktum ben. Etrafımdakilerin söylemesini geçtim, son derecede bunun farkında olan bir çocuktum. Beş yaşındaki halim özellikle…. Offf diyorum… Bir kızım olsun her hali benim beş yaşım gibi olsun, o kadar yani… Neyse çağırdım ve geldi koşarak ve sonra kucağıma zıpladı. Nasıl da güzel ve masum. Çok güzel gülümsüyor. Sormuyorum ne yapmak istersin diye çünkü biliyorum. Koşuyoruz deli gibi gül yaprakları arasında bağıra çağıra. O koşuyor ben peşinden gidiyorum. Yakalıyorum. Gıdıklıyorum. Sıkıca sarılıp öpüyor beni.  İç çekerek bakıyorum ona, o yaşıma dönebilsem keşke… Sonra onun gözlerine bakabilmek için dizlerimin üzerine çöküyorum. “Eby, sen çok güzel bir çocukluk yaşadın ve ben bugün sana baktığımda senin bir takım değerlerini koruyamadığımı gördüm. Seni üzdüm, seni yordum, seni mutsuz ettim. Beni affet ve hep bu halinle yanımda ol, ve bana güven her zaman. Sana çok iyi bakacağım ve mutlu olman için elimden geleni yapacağım. Gitme, hep içimde ve beynimde ol. Çocukluklarınla bana varlığını hissettir. Birazdan gitmen gerekecek ama lütfen fazla uzaklaşma. Seni çok seviyorum”

El sallayarak çıktı yaprakların arasından. Artık yalnızım ama mutluyum, şu minik eby bana iyi geldi. Yine de yalan söylemeyeceğim.  Sevmedim bu gül meditasyonunu.

"Üç dediğimde nefes verin ve hazır olduğunuzda gözlerinizi açın."

Hoca yine deneyimlerimizi sordu. Herkes bir rahat bir mutlu… Ben açıkça söyledim sevmediğimi, istediğim gibi olmadığını. İstediğim kişilerin gelmediğini, anneannemin geldiğini ve ona nasıl taptığımı söyledim. “Bir şeyi yanlış yapmış olmalıyım” dedim. Hoca da bana “Bilinçaltında kızdığın şeyler olmalı. Bahane bulma ve bunlarla yüzleş” dedi.

“Hadi oradan yaa, saçmalama. Hayret bir şey ya… Tapıyorum kadına diyorum sen ne diyorsun. Ay sinir oldum sana çekip gideceğim şimdi. Dandik meditasyon demiyorsun da kalkmış ne diyorsun bana”

“Hazırsanız yeni meditasyonumuza başlayabiliriz. Hazırsanız uzanın lütfen”

“Bu da dandik çıkarsa çeker giderim. Öğrendim de alfa moduna girmeyi, ben evde kendim yaparım meditasyonumu”

Neyse haydi ön yargılı olmamak lazım. Bu daha iyi olacak inanıyorum.


Sıradaki meditasyon MELEK MEDİTASYONU.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder